Faiz’in köleleri ve efendileri…

23.0.2016


İslam’ın en temel anlayışı insanların mutluluğu ve kurtuluşudur. Devlet, sınırları belli bir toprak parçası değil, mutlu edebildiğiniz kadar geniş insan topluluklarının yaşadığı yeryüzüdür. Bu sebeple Allah, milliyetlere değil insana değer verir ve insanı yargılar. Irk, servet, makam farkları, varılacak o son noktada değersizdir/anlamsızdır.

Büyük fetihlerin öncesinde fethedilen topraklardaki insanların yaşayışlarına, durumlarına ve bu yerlerdeki hakim idarenin adalet dağıtımına bakmak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’nun temel felsefesi de halkın refahının sağlanması fikri üzerine oturtulmuştur. İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın…

Zalim bir yönetimin altında yaşam mücadelesi veren insanların, adaleti ayakta tutan bir fetih hareketine destek olmaları beklenir. Müreffeh bir toplumun ise zorla, tehditle, güç kullanarak gelen, istilacıları ve sömürgecileri içtenlikle kabul etmesi beklenemez. Bu sebeple fetih hareketi başlatanlar da, istilacılar ve sömürgeciler de daima amaçları doğrultusunda düşünen kişi ve gruplar ile birlikte hareket ederler.

Tarihte Moğol istilacılarının savaş kabiliyeti ve acımasızlıkları bir gerçektir. Ancak onların bile kendileriyle işbirliğini benimseyenlerin desteği olmaksızın işgallerini sürdürülebilmesi olanaksızdı.

Sömürgeciliğin yaşandığı topraklardaki örnekleri ele aldığınızda da durum hiç farklı değildir. Bu kanundur.[1] Önce kılıçla yüreklere korku salınır, ardından ya adil bir sistem kurulur ya da sömürü çarkları işletilir. İşgalciler eski sisteme ait tüm unsurları yok ederek işe koyulur ve belli seviyede taş üstünde taş, baş üstünde baş konulmaz! Sömürge zihniyetiyle hareket edenler hemen yeni ve zenginleştirilmiş işbirlikçi bir sınıf oluştururlar. Sonrasında da sömürü çarkları işletilir…

Şöyle bir düşünün!

Eğer herkes öl(dürü)lürse kimden haraç ya da vergi alınacaktır!

Eğer herkes öl(dürül)ürse kim işgalci ve/veya sömürgecilere hizmet edecektir!

Eğer herşey yok edilirse, yok edenler hangi nüfus ile işgal ettikleri alanları doldurulabilir ve kimi sömürebilir.?

KAPİTALİZM!

Kapitalizm bütün bu ilişki ağını çözmüş ve kurumsallaştırmış yapının adıdır. Kapitalizm insanları yönetme, yönlendirme ve onlara mutluluğu umut ettirerek inandırıp, sömürme becerisini bugüne kadar taşıyabilmiştir. Kapitalizm temel insani zaafları en ince detayına kadar kullanarak hareket eden, ekonomi merkezli bütüncül bir sistem, bir fenomendir.

Ekonomi, Kapitalizm’in oyun alanıdır...

Çünkü Ekonomi, hayatın temel dinamiğidir. Üretim ve tüketim; bu yapının artı (+) ve eksi (-) iki ayrı kutbudur. Piyasa motorunun çalışması için, üretimin ve tüketimin enerjisine ihtiyaç vardır. Bu bitmek tükenmek bilmeyen büyüyen bir enerjidir.

Kapitalizm’in en büyük göz boyaması; üretilen bir değerin alım satımı sırasında değişim aracı vazifesi gören -değerini üzerinde taşıması gereken- parayı, kağıda çevirerek değersizleştirmek olmuştur. Bununla da kalınmayıp değersizleştirilerek piyasaya sürülen kağıt para, her bir aşamada ayrılan küçük munzam karşılıklar teminat gösterilerek sanal ortamlarda defalarca çoğaltılır. Bu sırada çoğaltma işlemini temsil eden ve hiçbir değeri olmayan[2] az miktarda kağıt para ve çok büyük ekran kayıtları, mal gibi fiyatlanıp uzun vadelere yayılarak satılır.

Faizin efendileri…

Halkın; birileri tarafından değer ya da karşılık gözetmeden çoğaltıp, fiyatlayarak piyasaya sürdüğü finans ürünlerini (kağıt para, tahvil, hisse senetlerinin büyük bölümü vd.) elde etmek için borç altına girmesi oyunun başladığı yerdir. Ev, araba, hammadde, ara mal, ticari mal vs. temin etmek için altına girilen yük, zamanı gelince ödenmesi zorunlu olan Borç demektir. Sisteme bu şekilde yakalanıldığı andan itibaren o borç boyna dolanmış kemer gibidir.

Borcu ödemek için borçlunun gerçek bir değer üretmesi ve satması gerekir. Alacaklı ise sadece bekler.

Borç veren sistemin, borçlandırma karşılığında borçlunun eline değersiz kağıt parayı vermesi dahi gerekmez. Asıl büyük işlemler bankacılık sisteminde ekranlarda görülebilen rakamlardan ibarettir. Ortalıkta para falan yoktur. Sadece birtakım şifrelerle girildiğinde karşınıza çıkan hesap bilgilerinizdeki rakamlar vardır.

Ekranlardaki ve banka hesap cüzdanlarındaki rakamların karşılığında olduğu varsayılan altın, gümüş, gerçek mal ve hizmetler, (fiziksel anlamda mevcut olmayan kaydi olarak) şişirilmiş değerlerden başka bir şey değildir. 1972’de ABD Başkanı Nixon’un “Doların arkasındaki güç ABD’nin varlığıdır.” Sözü herhangi bir yanlış anlamaya geçit vermeyecek kadar açıkça, ABD’nin Dünyadaki para kavramının polisliğini yaptığının ifadesidir. ABD dünyanın en fazla borcu olan devleti olmasına rağmen karşılıksız para basma özgürlüğüne sahip olması onu ayrıcalıklı kılmaktadır. ABD’nin Merkez bankası FED’in, Merkezi Londra’da bulunan -hep gündemde ama gözlerden uzak- özel bir banka olduğu bilgisi bazı düğümleri anlamak için bilinmesi gereken temel veridir.

Kapitalist sistemde, para karşılığında mal ve hizmet borcu olanlar köle; çeşitli finansal enstrümanlar aracılığı ile alacaklı olanlar ise efendidir.

Faiz;

Para olarak kullanılan, değerli (değerini üzerinde taşıyan altın, gümüş vd.) ya da değersiz (kağıt ya da ekran görüntüsü) değişim araçlarının bir mal gibi alınıp satılması ve üzerine fark ilavesi ya da çıkarılması faizdir. Diğer bir deyişle Faiz paranın fiyatıdır.

Allah para olarak kullanılan değerlerin, fiyatlandırılarak alınıp satılmasını kesinlikle yasaklamıştır. Hatta bunu yapmak Kur’an’da, Allah ve Resûl’une savaş açmak olarak tanımlanmıştır.[3] Çünkü İslam, insanın sadece Allah’a abd (kul / köle) olmasını emreder. Onun dışında her türlü kölelik yasaktır. Ancak Kapitalizm’in efendileri, insanlığı köleleştirmek için bir araç olarak, faizi hep kullanırlar.

Yukarıdaki anlatılan karşılıksız kağıt para ve/veya ekranlardaki rakamlardan ibaret paranın, gerçek mal ve hizmetler karşılığında artı faiz – sıfır faiz – eksi faiz ile borç olarak verilmesi; sistemin elinde balon gibi oluşmuş, hiçbir maliyeti olmayan sanal paralar ile çarkı döndürmek için oluşturulan finansal atraksiyonlardır.

Kredi ile oluşan Alacak Karşılığında sanal para üretimi

Üretilen mal ve hizmetler (Reel  Ekonomi); bu tür değişim araçları ile borçlanarak üretilir ve borçlanılarak satın alınırsa köleleşmek kaçınılmazdır. Çünkü bu para sistemi sanal çoğaltma işlemini yaparken; kıt olan malları daha fazla kişiye talep ettirerek o malların fiyatlarının yüksek belirlenmesini sağlar. Her türlü finansal maliyetler ile giydirilerek oluşturulan yüksek değer/fiyat, üretilen paranın da karşılığı olmaktadır. Her borç taahhüdü de banka sistemi için bir sonraki adımda yeni para üretmek için karşılık olmaktadır. Tutulan karşılıkların %10 olduğu varsayılsa bankalar her yeni dönemde sattıkları borç miktarının 10 katı parayı satma kabiliyetine ulaşmaktadır. Bu böyle katlanarak gitmektedir.

Ey inanıp güvenenler (müminler)! Özelliği kat kat katlanıp artma olan faizi yemeyin. Allah’tan çekinin ki umduğunuza kavuşasınız. (Ali İmran 3/130).

Finansal Kriz…

Para bollaşınca ister istemez borçlananlar gelirlerini artırmak için ellerinin altındaki gerçek mal ve hizmetlerin değerlerini yükseltecektir. Eğer borçlanma üzerinden oluşan para arzı çoğalmasına karşılık, reel ekonomi yeterince gelişmezse borçların geri ödemeleri aksayacak demektir. Her aksayan borç, karşılığında üretilmiş 10 kat sanal parayı karşılıksız bırakacaktır.

Bunun adı da “Finansal Kriz” olmaktadır.

İnsanların (yarına çıkacaklarını bilmeden) geleceklerini ipotek altına alarak girdikleri bu borç sarmalı kişiyi sisteme köle haline getirir.

Faizin Köleleri…

Tarihte de köle/esir oluşumunun en önemli kaynağı bu sarmal yapıdır. Örneğin tarlasından çıkacak mahsule güvenerek ihtiyaçlarını karşılamak için faizle borçlanan kişi umduğu mahsulü alamayıp borcunu ödeyemezse bileşik faizle yeniden borçlandırılırdı. Bu borç da ödenmeyince alacaklı rehin olarak kişiyi alır ve onu ya kendi hizmetinde çalıştırır ya da başkasına satardı. Eski Yunan, Mısır ve Roma’da kadınların adı dahil hiçbir hakları bulunmadığı için onlar_da ailesiyle birlikte esir konumuna düşmüş olurlardı. Kanunlar son derece sert ve kesin olduğundan bu duruma düşen kişiler için başka bir çıkış yolu mevcut değildi.

Günümüzdeki yapı da aslında farklı değildir. Bireylerin ihtiyaçlarını frenleyememeleri, onları alacaklılarına mahkum hale getirmektedir. Bu da bireyi, prensiplerine uysa da uymasa da maişetini aldığı global sistemin kurallarına mahkum hale getirmeye yetmektedir.

Sonuç

Faiz, borçlanma ihtiyacı ile paralel ortaya çıkarılmış meşru olmayan bir çarpandır.

Reel bir ticari işlemde ürünün sahibi, ürettiği ya da elinin altındaki gerçek mal ve hizmetin değerini dilediği şekilde belirler ve bu değeri fiyat olarak malın üzerine koyar. Fiyatı vadeli satış için riski ileri sürerek farklı belirleyebilir.

Alış veriş anında anlaşılmış olunan fiyat üzerinden sahiplik el değiştirir. Vadeli satışta; malın yeni sahibi (satın alan/müşteri) malın ilk sahibine (satıcı) borcunu ödemediği ya da geciktirdiği taktirde alacaklı yeni bir fiyat oluşturamaz, (varsa enflasyon kaybı hariç) fark talep edemez. Bu alışveriş ya da ticarettir.

Alacaklının alacağını almada yaşadığı gecikmeden ötürü borçluya ceza olarak fark koyması faiz olup bir zulümdür.

İki kişinin arasındaki alış verişe parasını koyarak giren üçüncü kişi konumunda olan birey, banka ya da katılım sistemi olarak adlandırılan uygulamada, aracı konumundaki taraf alışverişin konusu olan mal ve hizmeti üzerine almadan parasını satıyorsa faizcilik yapıyor demektir. Hele bir de, alacağını tahsil edemeyenin (alacaklı ya da üçüncü kişi) alacağını yeniden yapılandırması tam anlamıyla katlamalı / bileşik faizdir. Zira alışveriş ilk aşamada alıcı ve satıcı arasında yapılmış ve bitmiştir.

Allah Kur’an’ı Kerim’in Bakara suresinde ticaret ve faiz benzerliği konusunda şu hükmü belirtmiştir.

2/275 Faiz yiyenler, şeytanın aklını çeldiği kimsenin davranışından farklı davranış göstermezler. Bu onların “Alım-satım, tıpkı faizli işlem gibidir.” demeleri yüzündendir. Allah, alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime Sahibinden (Rabbinden) bir öğüt ulaşır da faiz almayı bırakırsa, önceden aldıkları kendine kalır. Onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar cehennem ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.

2/276 Allah, faizli işleri daraltır, zekâtları/sadakaları artırır. Allah, âyetleri görmezlik eden suçluların hiçbirini sevmez.

2/277 İnanıp güvenen, iyi işler yapan, namazı tam kılan ve zekâtı verenler, Sahipleri (Rableri) katında ödülü hak ederler. Onların üzerinde bir korku olmaz, üzüntü de çekmezler.

Allah yeryüzünde yarattığı insanların ekonomik olarak birbirine köle/esir olmasını asla istemez. Aşağıdaki ilgili ayetler kesin hüküm açıklar.

2/278 Ey inanıp güvenenler, Allah’tan çekinerek korunun! O’na gerçekten güveniyorsanız, kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin!

2/279 Eğer vazgeçmezseniz, Allah ve elçisi tarafından açılmış bir savaşın içinde olduğunuzu bilin. Tevbe ederseniz (hatanızdan tam olarak dönerseniz), ana mallarınız sizindir; böylece ne haksızlık edersiniz ne de haksızlığa uğrarsınız.

2/280 Borçlu darlık içinde ise, rahata çıkıncaya kadar beklemek gerekir. Alacağınızı sadakaya/zekâta saymanız, sizin için daha hayırlıdır. Bunu bir bilseydiniz!

(Bakara Suresi 2/275-280 ; Meal, Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır.)

 

[1] Nebe Suresi 27/34 : (Kraliçe Belkıs) şöyle dedi: “Krallar bir memlekete girdi mi, orayı harap ederler ve halkının ileri gelenlerini zelil hâle getirirler. İşte onlar böyle yaparlar.”

[2] Belirtilen nominal değere denk maddi karşılığı bulunmayan.

[3] Bkz. Bakara 2/279

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir