Geleneğin ümmeti…

30.08.2014


İslam düşünce sisteminde hakim kabulün ümmetçilik olduğu görülür. Bireysellik ya da bireycilik kavramı, sevilmemiş ve dışlanmıştır.

Ümmet kelimesi “e-m-m” kökünden bir isim olup sınıf ve cemaat anlamına gelir. Daha çok bir semâvi dine mensup topluluklar için kullanılır.[1] Bireycilik ise batı literatüründe; varlığı kendiyle başlatan ve dış etkenlerden arınmış yüksek bir iradeyi (bireyi tanrılaştıran) savunan akımdır. Kökü eski Yunan felsefine dayanır. Bu sebeple olsa gerek, İslam Düşünürleri bireyciliği benimsememiştir.

Bu dışlamanın haklı gerekçeleri olsa da kavramın mefhum-u muhalifi olan ümmet kavramının içinde, bireyin gereği gibi konumlandırılmamış olması önemli bir eksikliktir.

Müslüman birey, bu dünyada toplum içinde yaşaması gerektiğini, ancak inandığı ahiret kapısının eşiğinden birey olarak geçeceğini ve hesap gününde birey olarak hesap vereceğini bilir. Bu dünyadaki davranışlarını da ona göre ayarlar.

Bir kişi İslam’ı (ya da herhangi bir dini) tercih ettiğinde içine girdiği ilişkiler ağını üç başlıkta ayırt edebiliriz;

  • Birey Allah ilişkisi: Kişinin iç dünyasında gelişir. Hiç bir şekilde müdahale edilemez.
  • Birey Toplum ilişkisi: Birey ile diğer insanlar, kurumlar ve devlet ilişkilerini kapsar
  • Birey Çevre ilişkisi: Diğer çevre koşulları beşeri unsurlar ile ilişkileri kapsar.

Ümmet kavramı ikinci şık içinde değerlendirilebilir. İslam süzgecinde ümmetin tek lideri şüphesiz Hz. Muhammed’dir. Kendisine gelen Kur’an ile görevini her daim ispat edebilmektedir. Bu somut sebeple ona şahitlik edebiliyoruz. Peygambere tabi olmak Allah’ın Nebisi ve Resulü olması gerekçesiyle herhangi birine tabi olmaktan farklıdır. Zira Allah’ın; insana yapacağı tavsiyeleri, yine bir insan üzerinden yapması en tabii ve kabul edilebilir olandır.[2] O ve diğer tüm peygamberler Allah’tan gelen bilgileri kendi ümmetleri ile hiçbir katkı yapmadan paylaşmışlardır.  Ancak daha sonra her biri bir kilometre taşı olarak ortaya çıkmış evliyaların çevresinde biriken grupların oluşturduğu Ümmet’in parçaları, kimi tuhaflıklar içermekte olup sorgulanması gereken hale gelmiştir.

Ümmet kavramının olması gereken; “her biri inançlı bireylerden oluşmuş, kitap ve resulden aldığı bilgi ile özgür irade ve tercihlerini aynı hedefe yöneltmiş topluluk” anlamı kaybolmuş, birey önemsizleştirilmiş, ümmet parçalanmış, topluluklar sürüler haline getirilmiştir. Bu durum, birey ile Allah arasındaki doğrudan ilişkinin de içinin boşaltılmasına ve ibadetlerin şekilsel bir hale dönüşmesine sebep olmaktadır.

Mecrasından çıkarılmış şefaat, hilafet, kader, talak, faiz, gibi birçok temel konularla, dine sokuşturulmuş türlü hurafelerle, kaynağı belirsiz kabullerle, kitap ile ilişiği kesilmiş yaşam ve fıtrat[3] anlayış(sızlığ)ıyla, sorgulama bilinci kaybettirilmiş birey gibi birçok meselede İslam, olması gereken ihtişamından uzaklaştırılmıştır.

Birey – Allah ilişkisi, bireyin müdahale edilemeyen en özgür olduğu alandır. İç dünyasında tercihlerini belirleyen birey; çevre ve toplum ilişkileriyle de bu tercihlerini deneyimler. Toplum içinde ve çevre ile fiili ilişkileriyle birey inancını (iman) ispat etmiş olur. Bu dinamiğin temel bilgi kaynağı Allah’ın kitapları ve onun peygamberlerinin örnek davranışlarıdır.

Hal böyleyken birey, eğer yaratılmış bir başka bireyin kendinden menkul tercihlerini ve programını öncelikle tercih ederse, arkasında saf tuttuğu o kişiye iman etmiş olur. Bu çarpıklığın sürdürülebilmesi için bireyin Allah’ın mesajı ile ilişkisinin kesilmesi gerekir. Bunun içinde;

  • İlk aşamada Kitabın bireye ulaşmasının önüne fiziki engeller konur. (Türlü yasaklarla)
  • Bireyin kitaba ulaşmasına engel olunur. (Sayfalar kutsallaştırılır. Ele almak dahi çeşitli törenlere tabi kılınır. Alaya alınır.)
  • Bu engelleri geçenlerin kitabın sözlerini anlamasına engel olunur. (Mealler dışlanır. Kitabın anlaşılamayacağı fikri yayılır. Arapça bilmeyenlerin anlamaksızın kitabı defalarca okumaları teşvik edilir.)
  • Bütün bunları dinlemeyip hala kitabı anlamaya çalışanlar, çarpıtılmış kavramlar ve geçmiş ulular üzerinden yanıltılmaya çalışılır. (Gelenek, atalar dini)
  • Tüm bunlara rağmen daha da ileri gidilip sorgulama devam ederse, bu gibiler hakim görüş ve etrafında oluşmuş gruplar tarafından dışlanır.

Bu kendisine Allah tarafından gönderilmiş kitabı anlamak isteyen bir bireye engel olmak için kurgulanan tam şeytani bir süreç olup birçokları bilerek ya da bilmeyerek bu aşamaların sürdürülmesinin parçası olabilmektedir…

Eğer Rabbin farklı tercihte bulunsaydı  insanları tek bir ümmet yapardı. Serbest bıraktığı için aykırı davrananlar eksik olmayacaktır.  (Hud-11; 118)

Bugün maalesef, bireyselliğin bencillik, ümmetin ise körü körüne teslim olan topluluklar olarak algılanması Müslümanları savuruyor. Sorgulama etiğini yitirmiş, kaynak ile irtibatı kopuk bireyler İslamı nasıl ve hangi özgüven ile savunabilir.

Kendini siyasal ve maddi güçle dinin sözcüsüymüş gibi ortaya koyan grupların hakimiyet ortamında Allah’ın istediği ancak mecbur kılmadığı, İdeal Ümmeti oluşması beklenebilir mi? Bu gibiler seküler hakim güçler karşısında ezilerek demokratik hak talep ederlerken kendi hakimiyetlerindeki basın yayın organlarında, üniversitelerinde, organizasyonlarında geleneklerini sorgulayan hiçbir fikri, farklı görüşleri tartışmazlar tartıştırmazlar. Kendi geleneklerinin dışındakilere karşı bağnazlık derecesinde kapalıdırlar…

Allah (CC); “Allah’ın ipine  hep beraber sıkı sarılın; kendinizi kenara çekmeyin. Allah’ın üzerinizde olan nimetini aklınızdan çıkarmayın. Bir zamanlar birbirinize düşmandınız; Allah kalplerinizi birbirine ısındırdı da onun nimeti sayesinde kardeşler oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarındaydınız, oradan sizi o kurtardı. Allah, âyetlerini işte böyle açıklar ki hedefe ulaşabilesiniz.” (Ali İmran 3; 103) buyuruyor. Allah dağılmayın, tek bir ipe sarılın derken ümmet, “Ümmetimin ayrılığında rahmet vardır.” ifadesiyle kendini adeta uyuşturuyor. Kendileri gibi düşünmeyenleri ayet ve hadislere dayanmadan, tekfir edip ümmetin dağınıklığına kulp buluyor…

Gece vakti tavşanın gözüne kuvvetli bir ışık tutulduğunda hayvan olduğu yerde kalakalır. Kıpırdayamaz. İnanç konusu da tıpkı böyledir. Bir etkinin altına girildikten sonra kolay hareket edilemez. Kesin olan bilgiye yüzünüzü tam olarak dönmedikçe zayıf bilginin etkisinden kurtulmak mümkün olamaz. Öğrenilmiş yanlışlardan sıyrılmanın sırrı tavşan örneğinden hareketle sadece, temellendirilebilir doğruya tamamen yüzü çevirerek olabilir. Biraz ondan, biraz öbüründen dendiğinde en kuvvetli doğruların dahi etkisi sulanmakta ve uzun dönemde doğru ortadan kaybolmaktadır.

İnsan önce yakınındaki tehlikelerden kurtulmak ister. Yaşam boyunca görünür olan tehdidin ya da eldekini kaybetme duygusunun oluşturduğu korkular, farkında olmadan küçük ilahları içimizde geliştirir.

Ne zaman bu korkulardan birinin üzerine gidilse hemen dışlanma endişesi baş gösterir.  Bu dışlanma korkusu, kesin bilginin bile önündeki en güçlü engeldir.

Namaz kılmayı öteleten hatta ihmal ettiren çok gerekçemiz vardır. Faiz, başörtüsü, hac etme, oruç ibadeti ve daha birçok Müslüman kimliğini yansıtan temel ibadet ve davranışlar; İslami hassasiyeti olmayan ancak önemsediğimiz aile, iş, arkadaş ortamlarında bireyi iç dünyasında tercih çatışmasına iter. İnsanın içindeki doğru ile yaşadığı çevre baskısı arasında kalıp, ikisi arasında bir yol tutmaya çalışması[4] başka nasıl izah edilebilir. Mahalle baskısı olarak adlandırılmış bu durum, bireyin yaşadığı toplum ile “içindeki kendi” arasındaki tercih çatışmasından başka bir şey değildir.

Özellikle seküler[5] ortamlarda inancını ciddiye alan bir kişi genellikle, yaratıcısına güvenip ve onun kurallarına uymakla, içinde bulunduğu ortamın tercihleri arasında sıkışıp kalır. Tersi durumda aynıdır. İnançlı bir toplumun içinde yaşayan bireyin farklı bir inancı dile getirmesi de bir o kadar zordur. Ya da Kendini bir dini topluluğa bağlı sayan kişi de o baskının etkisindedir. Bu gibilerin bir çoğuna Allah’ın ayetini dahi okusanız dinlemez. Mutlaka kendi içinde bir savunma mekanizması bulur. Hiç bir şey bulamazsa ayeti kendisine hatırlatanın bir eksikliğine dem vurup kendini yine temize çıkarır.

Bu sıkışıklıkta bir yol bulup ilerlemek çoğunlukla asıl olan kuralların eğilip bükülmesiyle gerçekleşir. Bir müddet sonra takiyyecilik başlayacak ve hangi türü olursa olsun, baskı münafıklığı doğuracaktır[6].

İbrahim dedi ki: “Sizin bu putlara tutunmanız sadece aranızda kaynaşmaya vesile olsun diyedir… (Ankebut 29 / 25)

Hangi kaynaktan olduğu meçhul, kendinden menkul kültürel birikimlerle karışmış ve “işte din budur” diyerek yegane merkez olduğunu sanan programlara[7] karşı bir yöntemin bulunması gerekir. Bu yöntemin en önemli ayağı bireyin inşa edilmesi olmalıdır. Bireyin inşası, hangi dil ve ırktan, kim olursa olsun herkesin Kur’an’ı anlamasını sağlamak olmalıdır. Böylelikle birey, eğriyi ve doğruyu Kur’an’a başvurarak iç dünyasında çatıştırabilir. Aksi halde bilinçsiz ve temelsiz kabuller ile Allah’ın evrensel mesajından habersiz, Müslüman olduğunu iddia eden bir kitle ile karşılaşılması kaçınılmazdır.

Bu gün Müslümanlar olarak; O evrensel mesajı hiç duymamış farklı dinlere inanmış ya da seküler kitleler ile sadece olaylar üzerinden ve savunmacı bir dil ile muhatap olunması ne kadar acıdır.

Ümmet içindeki grupların dini, kendi cemaat kimlikleri üzerinden yaymaları önemsenmesi gereken büyük bir sorundur. İlk bakışta masum gelen ya da farklı bir mozaik olarak yorumlanan bu yaklaşımları Kur’an asla onaylamıyor.

“Onlardan bir takımı da Kitap ile dillerini eğip bükerler ki, sözlerini Kitaptan sanasınız, ama Kitaptan değildir. Üstelik “Bu Allah katındandır” derler, hâlbuki Allah katından değildir. Onlar bu yalanı Allah’a karşı, bile bile söylerler. / Allah bir kimseye Kitap, hikmet ve nebîlik versin, o da tutsun halka; “Allah’tan önce bana kul olun” desin; kimsenin buna hakkı yoktur. Onun diyeceği şudur: “Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre sadece Rabbe kul olun”. / O kişi, melekleri ve nebileri Rab edinmenizi de isteyemez. Müslüman olmanızdan sonra, kâfir olmanızı mı isteyecek?” (Ali İmran/3; 78-79-80)

Sonuç olarak, kendi içinde derinliği olmayan, inancını temellendirmemiş bireylerin oluşturacağı ümmet, gelecek için İslam adına umut vermiyor. İslam düşüncesinin bireyin yeniden inşa edilmesi konusunda kuvvetli bir hareketi motive etmesine ihtiyaç var. Bunun birinci adımı, herkesin anlayabildiği kadar Kur’anı anlamaya çalışması ve onunla yüz yüze gelmesini desteklemek olmalıdır. Kimsenin buna engel olabilecek çeşitli bahaneler ileri sürmeye, yol kesicilik yapmaya hakkı yoktur. Hiç kimsenin doğru bilgiyi örtmeye ve değiştirmeye de hakkı yoktur. Zira Kur’an ve sünnet herkese aktarılacak en önemli bilgidir, mirastır.

“………………..

Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. Oda sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakin benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki burada bulunan kimse, bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.

…………………”(Veda Hutbesinden)

 

 

[1] Bkz, Hud 11; 118. ayet. Ayrıca Ümmet kavramı Kur’an’ı Kerim’de tekil ve çoğul olarak 64 kez geçmektedir.

[2] Bkz. Enam 6; 8-9. ayetler

[3] Bkz, Rum 30; 30. ayet

[4] “Allah ile elçilerinin arasını ayırma isteği ile  Allah’ı ve elçilerini görmezlik eden; birine inanır diğerini tanımayız diyen  ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler: / İşte gerçek kâfirler onlardır. O kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4; 150-151)

[5] bkz: http://sekuler.nedir.com/

[6] Söz; Abdulaziz Bayındır.

[7] Örnek teşkil etmesi açısından bakınız. Sikkei Tasdik-i Gaybi; sh. 12 “….Bu hakikatten anlaşılıyor ki; sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur’u bir programı olarak neşr ve tatbik edecek…..”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir