Kıble, Namaz ve Kâbe’nin bilinirliği üzerine…

Arapçası (اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ) akîmussalât olan “namazın tam kılınması” ifadesi alnı secdeye gelen herkesin aşina olduğu bir ibaredir. Kur’an’da akîm ibaresini de içeren, (ق و م) kökünden türemiş 660 kelime bulunur. Bu ibarenin geçtiği İbrahim 14/37 ayeti oldukça dikkat çekicidir. Zira Allah (cc)’ın dostum dediği Nebîsi İbrahim (as); Nuh tufanından sonra kaybolan beytin temellerini bulup oğlu İsmail (as) ile birlikte yükseltmiş ve menasikleri kaybolmuş olan hac ibadetini ihya etmiştir.

Ayeti ilginç kılan İbrahim’in, ailesini o ıssız yere getirme sebebidir. Ayet şöyledir;

İbrahim 14/37

رَبَّنَا إِنِّي أَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُوا الصَّلَاةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ

Rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını senin dokunulmaz Beytinin yanında, bitkisiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı tam kılsınlar diye öyle yaptım. İnsanlardan kiminin gönlünde onlara karşı özlem uyandır. Bir de onları birtakım ürünlerle azıklandır; belki görevlerini yerine getirirler.

Bu ayet namazın tam olabilmesi için Kıbleye dönmenin gerekli olduğunun en temel işaretidir. Zira namaz görevinin kıbleye dönülmeden de yerine getirilebileceği durumlar mevcuttur. Böyle durumlarda namazın nasıl kılınabileceğini şu ayet açıklar;

Bakara 2/239

فَإِنْ خِفْتُمْ فَرِجَالًا أَوْ رُكْبَانًا ۖ فَإِذَا أَمِنْتُمْ فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَمَا عَلَّمَكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ

Eğer korkarsanız namazı, yürüyerek yahut binek üstünde kılın. Güvene kavuşunca, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi Allah’ı anın.

Demek ki hastalık, yolculuk, savaş gibi arızi durumlarda istikameti kıbleye çevirmeden de namazı aksatmadan kılmak gerekiyor. Çünkü namaz belli vakitlerde yerine getirilmesi gereken bir ibadettir. Böylesi sıkıntılardan kurtulduktan sonra ise namazı tam kılmak gerekir.

Nisa 4/103

فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىٰ جُنُوبِكُمْ ۚ فَإِذَا اطْمَأْنَنْتُمْ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ ۚ إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا

Namazı kılarken Allah’ı; ayakta, oturur halde ve yanlarınız üzerinde anın. Güvene kavuştuğunuzda o namazı tam kılın. Çünkü namaz, müminlere, vakitle sınırlı olarak farz kılınmıştır.

Yukarıdaki üç ayet açık bir şekilde namazın her durumda kılınabileceğini, ancak tam olabilmesi için istikameti Kâbe’ye çevirmenin gerekli olduğunu göstermektedir. Kâbe’nin temellerini yükselten İbrahim (as) da kendisinin ve soyunun O namazı tam kılanlardan olması için dua etmiştir.

İbrahim 14/40

رَبِّ اجْعَلْنِي مُقِيمَ الصَّلَاةِ وَمِنْ ذُرِّيَّتِي ۚ رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ

Rabbim! Beni namazı tam kılanlardan eyle. Soyumdan gelenleri de. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.

Bu duanın sahibi olan İbrahim’in soyundan gelen; İshak, Yakup ve Yakup’un oğulları (İsrailoğulları) ve onların soyundan olan Musa (as) ve o soydan çıkmış olan tüm Nebî’lerin namazın tam kılınmış olmasından habersiz olmaları düşünülemez!

Nitekim Musa (as) Tuva Vadisi’nde vahyi aldıktan sonra Mısır’a gelmiş ve Firavuna kendisinin İsrailoğullarını alıp gitmekle görevlendirildiğini söylemişti.[1] Bunun üzerine başlayan sıkıntılı dönemde Musa (as) da Harun (as) ile birlikte kavmine; evler hazırlamalarını bunlarda tek bir kıble oluşturmalarını ve namazı tam kılmalarını söylemişlerdir. Ayet şöyledir:

Yunus 10/87

وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ وَأَخِيهِ أَنْ تَبَوَّآ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتًا وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ ۗ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ

Biz de Musa ile kardeşine şunu vahyettik: “Mısır’da halkınız için evler hazırlayın. Evlerinize bir kıble yapın ve namazı tam kılın. İnanıp güvenenlere de müjde verin.”

Ayet açıkça kıbleyi belirlemeyi Musa (as)’ın kavmine öğrettiğini göstermektedir. Bu ayet Musa ve Harun (as)’un ve onlara inanan kavminin Mısır’dayken İbrahim’in öğretisini harfiyen yerine getirdiklerini göstermektedir. Ayette evler (بُيُوتَكُمْ) çoğul, kıble (قِبْلَةً) ise tekil ifade edilmiştir. Yani Musa kavmine bugünkü anlamda camiler yaptırtmış olmalıdır. Ancak her halükârda hepsinin kıblesi (yani istikameti) tektir.

Bu vesileyle; Musa’nın Mısır’dan ayrı kaldığı 8 (veya 10 yıl) süresinde Kâbe’yi defalarca hac sebebiyle ziyaret etmemiş olduğu da düşünülemez. [2] Çünkü dedesi Yusuf’ta, Yakup’ta İbrahim’in ilahına yönelme sözü vermişlerdi.

Bakara 2/133

أَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ إِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ إِذْ قَالَ لِبَنِيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْدِي قَالُوا نَعْبُدُ إِلَٰهَكَ وَإِلَٰهَ آبَائِكَ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ إِلَٰهًا وَاحِدًا وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

Yakub’un ölmek üzere iken ne yaptığını biliyor musunuz? Oğullarına, “Benden sonra neye kul olacaksınız?” diye sordu. Onlar, “Senin İlahına; ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın İlahına, o bir tek İlaha kul olacağız. Biz, zaten, O’na teslim olmuş kimseleriz!” dediler.

Bu ayet aynı zamanda Musa ve Harun’da Kıble ile ilgili bilginin olduğunun göstergesidir. Bu tevhidin de gereğidir.

Kâbe’nin kaybolmasına sebep olan Tufan sırasında Nuh (as)’ın duası, Nuh’un da Kâbe’yi gayet iyi bildiği gösterir.

Müminun 23/29

وَقُلْ رَبِّ أَنْزِلْنِي مُنْزَلًا مُبَارَكًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِلِينَ

De ki: “Rabbim! Beni bereketli bir yere indir; konuklarını en iyi ağırlayan sensin.”

Kur’an’da etrafı bereketli kılınmış olarak belirtilen yer Mekke’dir. Nuh (as) da gemisinin bu çevresi bereketli kılınmış olan yere inmesi için dua etmiştir.

Al-i İmran 3/96

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ

İnsanlar için kurulan ilk ev, Bekke’de olandır. Bereketli ve herkese doğru yönü (kıbleyi) göstersin diye kurulmuştur.

Görüleceği gibi Kâbe’nin bilgisi, tüm nebiler tarafından insanlığa miras olarak geçmiştir. Nuh ile İbrahim (as) arasındaki Hud, Salih ve adı anılmayan diğer Nebî ve Resullerin de bu bilgiye sahip olmaları gerekir. Tufan sonrasında Nuh dahil İbrahim’e kadar gelen tüm Nebî’ler için Kâbe, namaz için istikamet olarak tahmin edilebiliyor olmalıdır.

Bu durumda tufan ile kaybolan şey; namaz için dönülen istikamet değil, hac ve haccın menasikleridir.

Salat’ın (ibadet) tam olması…

Namazı tam kılmanın kıble ile bağlantısı olduğu yukarıdaki ayetlerle birlikte düşünüldüğünde açıkça görülmektedir. Burada akla şöyle bir soru da gelebilecektir.

Kabe’nin yanında olmak veya ona yönelmek namazın tam olması için tek başına yeterli midir?

Akimussalat (أَقِيمُوا الصَّلَاةَ) ve yukimussalat (يُقِيمُوا الصَّلَاةَ) ibareleri Kur’an’da çokça geçmektedir. Bunlar tek tek incelendiğinde, namazın bilinçli olarak, belli vakitleri aksatmadan, belirli rukunlar ile huşu içinde sadece Allah için yerine getirilmesi gereken bir görev olduğu görülecektir.

“Salat” bir eylem olarak düşünüldüğünde kalp ile bir bütün içinde ele alınmalıdır. Örnek verecek olursak;

Maun 107/4-5

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ

Sürekli didinip duran bazı kişilerin çekecekleri var!

اَلَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ

Onlar, işlerini yaparlarken akılları başka yerde olanlardır.

Bu ayetteki kişi kıbleye dönse bile namazında bir eksiklik olduğu ifade edilmektedir. Keza şu ayet, salat için Kâbe’nin yanında olunsa dahi bir başka eksikliği ortaya koymaktadır.

Enfal 8/35

وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ إِلَّا مُكَاءً وَتَصْدِيَةً ۚ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ

Onların, Beyt’in çevresindeki ibadetleri (namazları), ıslık çalma ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. Kâfir olmanıza karşılık şimdi tadın bakalım bu azabı.

Tevbe 9/108 [3]

لَا تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا ۚ لَمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَىٰ مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَنْ تَقُومَ فِيهِ ۚ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَنْ يَتَطَهَّرُوا ۚ وَاللَّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ

Orada asla namaza durma. Senin namaz kılmana layık olan Mescit ilk günden itibaren takva temeli üzerine kurulmuş mescittir. Orada temizliği seven adamlar vardır. Allah, tertemiz olanları sever.

Şu üç örnek, salatın (ibadetin) tam olması noktasında tüm unsurların bir araya gelmesi gerektiğini göstermektedir. Burada Kâbe belirleyici bir unsurdur.

(Not: Bu yazı konuya giriş mahiyetinde olup, kıble ile ilgili tüm bağlantıların ortaya konulacağı kapsamlı bir çalışma yürütülmektedir.)

Hasan Mustafa Arslan

[1] Bkz.; Taha 20/47

[2] Bkz.; Kasas 28/27

[3] Tefsir ve meallerde öncesi ve sonrasıyla bu ayetlerin, Dırar Mescidi olduğu yönünde görüş hakimdir. Ancak detaylı incelendiğinde Mescid-i Dırar olarak rivayet edilen bilgilerin tarihi kronolojisinde önemli sorunlar olduğu görülecektir. Konuyla ilgili detaylı bir çalışma yürütülmektedir. Tamamlandığında sitede yayınlanacaktır.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir