Tasavvuf ehline bir soru (?)

25.06.2001


Günlük hayatta anlatıla anlatıla kanıksadığımız, bu sebeple de farklı düşünme biçimleri tıkanmış bir takım yaklaşımlar söz konusudur. Bu görüş ve duruş sahiplerinin toplumdaki eşsizleştirilmiş konumları, onların söylediklerinide; aynı şekilde eşsiz hatta saygı duyma noktasında kutsallaştıran bir seviyeye çıkarır. Eğer bu anlayışlara bir eleştiri ortaya koyacak olsanız hemen bir refleksle çeşitli tevil yöntemlerine başvurarak konu saptırılır.

Halbuki topluma mal olmuş ifadelerin ne kadar şiirsel bir anlatımı ve bu anlatımların tevile müsait yönleri olsada içinde bulunduğu fikir kulvarının genel kabulleri çercevesinde değerlendirilmesi gerekir. Özellikle felsefik ve sanal konularda, dayanılan bir sıfır noktası bulunmadan serdedilen aşkın ifadelerin ifade sahibini bağlaması en tabii kabuldür.

Bu durum tasavvufi anlayışta karşımıza sıklıkla çıkmaktadır.

Yazımızda konuyu dağıtmadan toplumumuzda hemen herkesin bildiği tasavvuf çizgisinin, “Allah (CC) ile olma” ve “cennet” konusunda genel kabulü olan birkaç örneği kaynakları ile aşağıda belirttikten sonra Adem (AS)’nin cennetten kovuluş gerekçesini açıklayan ayetlere yer verip, ardından da sualimizi soracağız.

“Cennet cennet dedikleri,

Birkaç köşkle birkaç huri,

İsteyene ver onları,

Bana seni gerek seni.”

Yunus Emre’nin meşhur şiiri.

“ İbrahim Hakkı Erzurumi buyurur ki;

….

Zahid ahireti ister, Ârif [1] Mevla’yı ister.  ([2])

Zahid nefsi iledir, Ârif Allah iledir.  ([3])

Zahidin zikri dili ile, Ârifin ki kalbi ve canı iledir.

Zahidin kalbi sebeplerledir, Ârifin ruhu Allah iledir.  ([4])

Müminin bakışı Allah’ın nuru ile, Ârifin bakışı Allah iledir.  ([5])

Mümin Allah’ın ipine tutunur, Ârif Allah’a tutunur.  ([6])

Mümin Allah’ın zikriyle mutmain olur. Ârif Allah’la mutmain olur…” ([7])

Yukarıdaki pasaj “Altınoluk Sohbetleri – 1”; Sadık Dana ; Erkam Yayınları; Arifin tarifi Marifetullah bölümü; sh 46-47 ‘den alınmıştır. (Not: 2-3-4-5-6-7 no’lu dipnotlar metnin orijinalinde yoktur)

“Bir gün Zünnun Mısri ağlardı, yaranları sebebini sordular. Dedi ki: Bu gece düşümde Tanrıyı gördüm.

-Ya Zünnun halkı yarattım, on bölük oldular. Dünyayı bunlara gösterdim. Dokuz bölüğü dünyayı istediler. Bir bölüğü daha on bölük oldular, cenneti bunlara arzeyledim dokuz bölüğü cenneti istediler ve bununla müteselli oldular. Onlar dahi on bölük oldu. Bunlara cehennemi gösterdim korkdular dağıldılar. Bir bölük kaldı. Bu bir bölük ne dünyaya ne de cennete aldandılar, ne de cehennemden sakındılar.

Ben dedim, ey kullarım ne dilersiniz?

Cümlesi bizim dilediğimizi sen bilirsin dediler. Yani Cenab-ı Hakk’ın rizasını istediler.

……..

Yahya Bin Muaz müşahedesini şöyle anlatıyor:

“Beyazid Bestamî yatsı namazından sonra fecrin doğuşuna kadar ayakları üzerinde başı göğsüne dayalı olarak ubûdiyet makamında duruyordu. Seher zamanı secdeye vardı. Sonra başını kaldırdı. Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerine karşı şöyle niyazda bulunmaya başladı:

İlahî! Bir kavim Senden dilediler. Su üzerinde ve havada yürümeyi verdin Buna razı oldular. Ben bundan Sana sığınırım. Bir kavim Senden az bir zaman içinde çok büyük mesâfelerin aşılmasını istediler (Tayy-ı mekân olmağı) verdin, razı oldular. Ben bundan gene Sana sığınırım. Ve bir kavim yerin hazinelerini istediler, verdin. Ben yine Sana sığınırım, Bir kavim Hızır’ı istediler verdin, deyerek evliyanın kerametlerinden yirmisekizini saydı. Sonra döndü beni gördü. Yahya! deyince “Buyurun”dedim, “Ne zamandan beri buradasın?” dedi. “Deminden beri” dedim. Sükut etti. “Bir şey söylemez misiniz?” dedim. “Sana yarayacak bir şey söyleyeyim” dedi, ve şunları anlattı:

“Allah Teâlâ beni aşağı aleme indirdi. Aşağı melekût içinde beni dolaştırdı. Yerin tabakalarını ve bunların altını gösterdi. Sonra beni yüksek âleme geçirdi ve semâvâtı gezdirdi. Cennetlerde olanı arşa kadar gösterdi. Sonra beni önünde durdurdu. Aşağı ve yukarı âlemlerde ne gördün ise söyle bunları sana bağışlayayım” dedi.

“Hoşuma gidecek bir şey görmedim ki Senden dileyeyim,” dedim.

-Sen Benim hakkıyla kulumsun, doğrulukla bana taparsın, dedi.

Yukarıdaki pasaj “Altınoluk Sohbetleri – 1”; Sadık Dana ; Erkam Yayınları; Teslimiyet bölümü; sh 80-82 ‘den alınmıştır.

Yukarıda tasavvuf ehlinin hemen herkesce bilinen görüşlerini okudunuz. Kaynakları ile okudunuz. Bu konuları çok sayıda kaynaktan da teyid edebilirsiniz. Ayrıca tasavvuf sohbetlerinde bulunanlar bu anlatılanlardan cok daha ileri yaklaşımları sözlü olarak duymuşlardır. Anlatana ve anlatılan insanlara duyulan hürmet çoğunlukla bu yaklaşımları sorgulama gücünü muhatabın elinden almaktadır. Ancak Allah (CC) hakkında anlatılan bu ve benzeri isnatlar inançlı bir müslüman’ın yol göstericisi olan Kuran’a ters düşmemek durumundadır.

Yukarıdaki ifadeler insanoğlunun yaratıcıya olan aşkın bir anlatım biçimidir. Bu konuyu ve Allah ile beraber olma kavramını aşağıdaki ayetleri okuduktan sonra bir kez daha düşünmenizi tavsiye ederim. Çünkü bir müslümanın ölçüsü Kuran ve Hz. Muhammed (SAV) dir.

Allah (CC) Kur’anı Keriminde şöyle buyuruyor.

“Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (Bakara 35)

Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melik olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.”

“Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim” diye ikisine yemin etti.  (Araf 20-22)

“Ey Adem! Doğrusu bu,  senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın de ne de güneşin sıcağında kalırsın” dedik.

Ama şeytan ona vesvese verip: “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? dedi.

Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvasından yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı. ( Taha 117 – 121)

 

Lütfen dikkat edin!..

Yukarıdaki ayetlerde olayın meydana geldiği mekan cennettir.

Cennetteki bir varlığa, her nimet elinin altındayken sonsuzluktan, melik olmaktan ve tanrıyla birlikte olmaktan öte ne vaadedilebilir ki ?

Şeytan’da öyle yapmış ve Adem’e yasak ağacı; “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat” olarak tarif etmiştir.

Halbuki “sonsuzluk” Allah (CC)’a ait bir vasıftır. Adem (AS) ise şüphesiz ki tanrı olmak istememiştir. Ancak şeytan kendisine bu durumu süslü göstererek Âdem’i ve eşini kandırmıştır. Dikkat edilirse, “sonsuzluk ağacı” kendisine tırmanılmayı, kabiliyetine göre belli bir dalında konuşlanmayı hatırlatır ki bu durum “fena fillah”, “Allah (CC)’la olmak” veya “Allah (CC)’da yok olmak” kavramlarıyla tıpkı aynıdır.

Şeytanın süslü göstererek “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat ağacının” meyvesinden Adem’e ve eşine yedirmesi, hepsinin cennetten kovulmalarına sebep olmuştur. Adem (AS)’in tevbesi de cennetden kovulmalarına engel olamamıştır.

Allah (CC), Kur’anı Kerim’inde Dünyadaki Ademoğullarına cennet’i açık ve net bir hedef olarak belirleyip ve birçok ayetle o’nu övmüşken[8] ve onca sarih ayetle büyük kurtuluş [9] olarak bildirilmişken, yukarıdaki şiir ve kıssalarda Ârif, Cennet’le tatmin olmuyor, daha fazlasını istiyor…

Şimdi soruyoruz; “Fena fillah” veya “Allah’la beraber olma” hali, sakın şeytanın cennetteyken Adem’e ve eşine süslü gösterdiği “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat”ın dünyada ki versiyonu olmasın?!…

Sonuç olarak şunu herkesin bilmesi gerekir. Aşkın ifadeler bir anlık şiirsel anlatımdan çıkıp bir ekole dönüşüyorsa ve tevil gibi kaygan bir zeminde dahi ayakta duramıyorsa ve analitik düşünen yaklaşımlara “SEN ANLAMAZSIN!” denilerek bir duygusal savunma mekanizması geliştiriliyorsa orada din, heva ve hevesten öte gidemez. Bu tür fikirlerin sahiplerinin kendi ifadeleri veya yolun yolcularının büyüksemesi ile de Allah (CC) katında değer kazanılmaz. Unutulmamalıdır ki hiç kimse Allah (CC) den daha merhametli değildir ve hiç kimse yaratıldığı insan formatının dışında bir kavrayışa soyunmamalıdır. Hele bir çok aktarımdaki “Allah bana şöyle gösterdi…” gibi ifadelerle başlayan yaratılmışların Kuran gerçeğine uymayan masalları büyük bir iftiranın ta kendisidir.

 

O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı velî edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der. (Furkan 27-29)

Ey İnsanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden  o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, ayetlerimizi arkaya atanlara dost kılarız. / Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah’a karşı  mı söylüyorsunuz?”  (Araf 27-28)

Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı şeytana uyan insanlar vardır. / Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini velî edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür. (Hacc 3-4)

Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. / Allah şeytanın karıştırdığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler. (Hacc 52-53)

 

 

[1] Ârif: Manevi tecrübeyle marifet ve hakikat mertebesine ulaşan sûfî. “Tanıyan, bilen, vâkıf ve aşina olan, halden anlayan” gibi manalara gelen ârif, daha çok tasavvufta kullanılan bir terimdir. Ârif’in bilgisine mârifet denir. Mârifet, kelam ve felsefe ilminde eş anlamlı olarak umumiyetle bilgi manasına kullanıldığı gibi mârifetullah şeklinde ve Allah hakkındaki bilgi içinde kullanılmıştır. Tasavvufta ise Allah’a dair olan bilgi başta olmak üzere bütün varlık ve olayların mahiyeti hakkındaki bilgiye mârifet denilmiş ve ârif (ehl-I mârifet) ile âlim arasında açık bir ayrım yapılmıştır. (TDV İslam Ansiklopedisi “ÂRİF” maddesi c. 3 – s.361)

[2] “Rabbiniz’in mağfiretine, ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.” (Âli İmran 133)

[3] “Ey İnananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.” (Maide 105)

[4] “Bedevilerden, Allah’a ve ahiret gününe inanan, sarf ettiğini, Allah katında ibadet ve peygamberin dualarına nail olmağa vesile sayanlar da vardır. Bilin ki, verdikleri onlar için ibadettir. Allah, onlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.” (Tevbe 99)

[5] Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, “Mü’minin fe­rasetin­den çekinin, çünkü o Al­lah’ın nuruyla gö­rür.” buyur­muştur. (Tirmizî, Hicr suresinin tefsiri, 6. cilt)

[6] “Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.” (Âli İmran 103)

[7] “Onlar o kimselerdir ki inanmışlar ve kalpleri Allah’ın zikri ile yatışıp mutmain olmaktadır. Bilin ki kalplerin yatışıp mutmain olması Al­lah’ın zikri iledir.” (Ra’d 28)

[8] İnanıp yararlı işler yapan kimseler cennetlik olanlardır, onlar da orada temellidirler. (Bakara 82)

[9] Bunlar Allah’ın yasalarıdır. Allah’a ve Peygamberine kim itaat ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur. (Nisa 13)

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir