Bir Klasik Kongrenin ardından…

 19.10.2015


Konya’da 3 gün süren “II. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi” ni, bir oturum hariç tümüyle izledim. Belki de ilki 1996 yılında düzenlenmiş olmasından dolayı olsa gerek, kongreye gelmeden önce zihnimde bir takım beklentilerim vardı. Bu beklentiler ağırlıkla, İktisat konusunda İslam’ın çözüm önerileri üzerine şekillenmişti.

İlkinin düzenlenişinin üzerinden 19 yıl geçmiş olan bir organizasyonun, bu arada yaşanan onca bunalımlar da dikkate alındığında, sonuçları itibariyle genel bir takım beklentileri oluşturması normal karşılamalı…

Ancak açılış sonrasındaki ilk ilmi oturumun başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan “Buradaki müzakereler aslında dışardan bir bakış. Sahada yeterince olunmadığı için fıkıh, günümüz meselelerine seyirci kalmıştır” ifadesini duyunca bir anda tüm beklentilerim de dağıldı.

Cumartesi günü sona eren oturumların tamamı, herhangi bir yeniliğe, bakış açısına ve Müslümanları ilgilendiren bir “Global İktisat Politikası” oluşumuna katkı verecek müzakerelere sahne olmadı.

Kongre boyunca, zaten var olan bilgiler ve tartışmalı görüşler benzer cümleler ile tekrarlanarak bir kez daha kayıtlara girmiş oldu.

Bir tek Prof. Dr. Cengiz Kallek’den “Fıkıhçıların detayda kaybolduğunu ve büyük fotoğrafı kaçırdıklarını” söylediğini işittim. Dr. Kallek’in “Burada da serdedilen detaycı yaklaşımların, genel iktisat politikaları içinde yaşanılan fiili durumlar karşısında Müslümanları çözümsüzlüklere ve çelişkilere itmektedir” tespitini kayda değer bulduğumu söylemeliyim.

Aynı anda olduğu için izleyemediğim Sigorta konulu oturum haricindeki tüm müzakereler, caizdir ya da caiz değildirikilemi arasında gelişti. Bu durum oturumların sonuç bildirgelerine de bilinen geleneksel görüşlerin tekrarı şeklinde yansıdı.

“II. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri Kongresi” belki de programın formatı gereği olsa gerek; Müslümanları global düzeyde etkileyecek İktisat Politikalarının altyapısını hazırlama iddiasında olmadığı gibi geleceğe ışık tutacak derinlikli tartışmalara da sahne olamadı.

Halbuki duyurulan başlıklara ait spesifik meselelere fetva gayreti yerine, daha genel açılımları içine alan teoriye yönelik tahlillere yer verilebilirdi. Bu yöndeki tartışmalar ile derinlikli problemlerin çözümüne yönelik ümmete çok daha büyük, katkıların getirilmesi sağlanabilirdi.

Kongreyi izleyen Prof. Dr. Sabri Orman gibi İktisatçıların da bu süreçlere omuz vermesi gerektiği açık…

Ayaküstü sohbetimizde Dr. Orman, “Ana kaynaktan beslenen ilk dönem Müslümanların daha keskin bir akıl ve cesur yaklaşımlar ile meseleler karşısında çözümler geliştirebildiğini, ancak gitgide bu cesaretin yerini atalete terk ettiğini” ifade etti. Kendisinin “günümüz fakihlerinin meseleler karşısında topu taca atmayı tercih ettiği” yönünde bir düşünceye sahip olduğunu da fark ettim.

Programın 3. Günündeki “İslam ve Yeni Ticari Uygulamalar – BORSA” başlıklı oturumda aşağıdaki soruyu yönelttim;

“Ayet ve hadislerden anlıyoruz ki İslam borçlanmayı teşvik etmiyor. Tüm ekonomik işlemlerin gerçek olması gerektiğini Fıtrî olarak da anlıyoruz. Böyleyken; parayı, riski ve sanal olarak üretilmiş karşılıkların malmış gibi sunulduğu piyasaların varlığı genel (makro) olarak İslami açıdan nasıl değerlendirilmelidir. Diğer bir deyişle bu tarz piyasalar uygulanıyor diye, bunları reel ekonominin bir parçası saymak doğru bir yaklaşım mıdır?”

Elle yazdığım yukarıdaki sorudan maksadım; çeşitli yöntemler ve kaldıraçlarla, aslında olmayan değerlerin spekülatif maksatlarla alınıp satılarak oluşturulan bol sıfırlı sanal değerler ve bunların döndürüldüğü finans piyasalarının; teslim edilebilir gerçek ekonomik unsurları ve üretimi, tahakküm altına almış olmasına işaret ederek bir tartışma başlatmaktı.

İki kelimelik “caiz değildir” şeklinde sığ bir cevap ile geçiştirilen konu kanaatimce önemli bir gerçeğe de işaret ediyor.

Çoğunluk ilahiyatçılarımız maalesef henüz; Müslümanların servetlerini kuşatan genişlemeci kapitalist tahakkümü açığa çıkartacak, Makro İktisat Politikalarını oluşturma gayretlerine omuz verecek derinliğe sahip değiller.

Müslüman politika yapıcıların bu gerçeğe dikkat etmelerine ve danışmanlarını buna göre oluşturmalarında büyük yarar var!..

Bu ifadelerin kimi gelenekçiler tarafından hemen modernist yaftası ile yaftalanacağının farkındayım. Onlara şunu hatırlatmak isterim. Türkiye’de yaşanan 94 krizinde alacaklarını tahsilde zorlanan ve o dönemde bankaların tahsilat yeteneğinin büyüsüne kapılan Katılım Ortaklığı nitelikli İslami Bankalar, Ak Parti hükümetini baskılayarak 2004 de kendilerini de kanunla banka statüsüne geçirmeyi başardılar. O günden sonra bu Katılım Bankaları’nca yapılan işlemleri meşrulaştırmaya çalışan bir ilahiyatçı grubuna tanık olmaktayız.

Böyle bir tartışma da, kongrenin anafikrine oldukça uygun düşmez miydi!..

Keşke tartışılsaydı. Binbir zorlukla bu topraklarda 80’li yıllarda başarılan İslam Bankacılığı’nı yine Müslümanların kendi elleriyle bitirmesini konuşmak galiba, cesaretten de fazlasını istiyor.

Bunu bilip de kaçışanlar ne kadar samimi sayılmalı?

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir