Müslüman Kur’an’dan şüphe(mi) ediyor!

24.11.2015


Kur’an’dan çok uzaktayız!

İki yüzlülük yaman çelişki vesselam. Renkli fakat anlamsız zenginliklerimiz var.  Kendimizi temize çıkaracak yolları kolayca bulabiliyoruz.

Bir müslümana, “dine ait birinci derecede önemli şey nedir?” diye sorsanız cevap yüzde yüz bellidir!

Kur’an…

Bu soruyu yönelttiğiniz kişilerin yanından hemen uzaklaşırsanız, müslümanların tamamının, Kur’an’ı birinci derecede önemsediğini düşüneceksiniz. Ancak sorularınızı sürdürdüğünüzde fotoğrafın hiç de böyle olmadığını görülür.

Sözde birinci sıraya Kur’an’ı koyanlara, o kitabın bilime, insan ve toplum hayatına yansıyabilecek içerikleri hatırlatıldığında, hemen bir ulema görüşü yanında hadis ile önünüze konur.

Tam da üzerinde durduğunuz bir konuyu açıkladığına inandığınız ayetlerin, mensuh olması tehlikesi(!) de o anda baş gösterir…

Geleneğin örtüsü, örümcek ağları gibi etrafı iyice sarmış durumda. Ümmet, geleneğin geniş müktesebatı karşısında; Kur’an’a bilinçli olarak sarılma mecali kalmamış ve kılını bile kıpırdatamaz duruma getirilmiş halde…

Doğru bilgi, yani Kur’an ve ayetleri açıklayan hadisler Müslümanın aydınlığı olacak yerde; geleneğe teslim olan Müslümanlar, Kur’an’ın açıkca hurafe saydığı ve dışladığı şeylere sarılarak İslam bayrağını dik tutmaya çalışıyor.

Ne oldu da Allah’ın sözüne taban tabana zıt uygulamaları fıkhın dokunulmazı sayabildik. “Vardır bir hikmeti!” ya da “Onlar yanlış da sen mi doğrusun?” kalıplarıyla kendimizi doğru bilgiye kapattık!

Farkında mıyız bilinmez! Ancak, müslüman ulemasının ikiyüzlülüğü, birçok alanda yaşamı kabusa dönüştürüyor…

De ki “Gerçek (hak) geldi, uydurma (batıl) yok oldu. Çünkü uydurma olan yok olup gider.” (İsra 17/81)

 

Başka Kur’an yok!

Müslümanlar başka hangi gerçeğin gelmesini beklemekteler?

Kur’anın inişi tamamlanmıştır ve bizzat Allah (CC) tarafından açıklanmıştır.

ELİF! LÂM! RÂ! Bu öyle bir kitaptır ki âyetleri hem muhkem  kılınmış hem de  doğru kararlar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır.

Böyle olması, Allah’tan başkasına kul olmayasınız diyedir . Ben de o kitapla sizi uyaran ve müjdeleyen kişiyim. (Hud 11/1-2)

Böyleyken, sanki Kur’an yeterince gerçek değilmişcesine ve sanki eksik bırakılmışta tamamlanması gerekiyormuşcasına yaklaşımlarla, onun üzerine diğer sözleri ve manaları eklemek, ya da çıkarmak Müslümanlar için kabul edilemez bir garabet değil midir?

Sonra kalkıp İslamafobi’den şikayet etmek de neyin nesi… Hangi İslam’a karşı bir fobi var bunu hiç düşünüyor muyuz?

Hayır düşünmüyoruz!

Böyleyken siyasetin güdümüne sokulmuş Fıkhın, daraltılmış koridorlarında hareketsizliğe mahkum edilen Allah’ın sözlerinin, insanlığa ışık tutabilmesi nasıl mümkün olacak.

Oysa Allah, şeytani oyunlar karşısında feraset ile hareket etsinler diye kullarına daima düşünmeyi tavsiye etmiyor mu?

 

Müslümanlar Kur’an’dan şüphe ediyor!

Dünyanın şikayet ettiğimiz bu halinden sorumluluk duymalıyız! Kainatı anlamaya çalışmadığımız için, düşüncenin, bilimin ve hikmetin yoluna taş koyduğumuz için sorumluluk duymalıyız!

İşte böyle! Sizi merkez toplum  yaptık ki insanlara örnek olasınız, Elçi de size örnek olsun… (Bakara 2/143)

“Sonsuz kere hamd ederiz”, “Herşeyin sahibi o!” vb. tamlamaları dilden düşürmeyen müslümanlar olarak ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların çözümü için Allah’ın ne dediğini dikkate almadığımız için sorumluyuz!

Müslümanlar son yüzyılda Kur’an ile hangi problemi çözebildi?

Yanlızca gözlerimizi kapatıp, Kur’an’ı havaya kaldırıp Allah’a; “Bizi sıkıntılardan kurtar, bize ver!” diyerek dua etmekten başka ne yapıyoruz?

Kafir diye tanımladıklarımızın keşiflerini anlamaya dahi çalışmıyoruz.

Biri çıkıp; “Kur’an bilimin gözlüğüdür” dese, itibar bir tarafa, Kur’anı bilime tasdik ettirecek diye yaygara koparanlarımız var…

Yok; eğer kesin olarak (ilmel yakîn) öğrenseniz / O alevli ateşi şimdiden görürsünüz . (Tekasür 102/5-6)

Ancak müslümanlar için din; bir ahlak öğretisi, dua ve mezarlık kitabı olmaktan öte değil. Oysa gerçek olan bu değil.

Muhammed’e şiir öğretmedik; zaten gerekmezdi de. Bu, sadece doğru bilgi ve açıklayıcı kur’ân’dır / Diri olan kimseleri uyarsın ve onun tümüyle gerçek olduğu, görmezlik edenler açısından da kesinleşsin diye indirilmiştir. (Yasin 36/69-70)

Elinin altındaki kitabının, çözüm ve gelişme kitabı olduğuna müslüman inanmazsa, başkalarının inanması ve dünyayı bilgi ile kuşatacak vizyona sahip nesillerin çıkması beklenebilir mi?

En değerli bilgilerin işaretleri ve türlü hedefler ile dopdolu bir kitaba sahip olan müslümanların; bilimi, Kur’an’ın aydınlığında geliştirmeleri ve insanlığa ışık tutmaları gerekiyordu…

Müslümanlar bu işleri boşladığı için dünya, hırs ve türlü sapıklıkların pençesinde boğuşuyor. Adeta herkes, bir diğerine dünyayı dar edercesine yaşamı çekilmez hale getiriyor. Buna müslümanlardan başka kim dur diyebilir!..

Siz insanlar için çıkarılmış en iyi toplumsunuz. Allah’a inanıp güvenir, marufun (Kur’an ölçülerine uygun olanın) yapılmasını ister, münkere (o ölçülere uymayana) karşı çıkarsınız. Ehl-i kitap da inanıp güvenseydi kendileri için iyi olurdu. İçlerinde inanıp güvenenler vardır ama çoğu yoldan çıkmıştır. (Alî İmran 3/110)

Onlardan çoğunun günaha, haksızlığa ve haram yemeğe koşuştuklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür! / Rabbe (Sahibine) kul olanlar ve bilginlerin onlara günah söz söylemeyi ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi? Yapmakta oldukları ne kötüdür! (Maide 5/62-63)

 

İletişim araçlarının rolü

“Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder!” sözünü biliriz. Derinliği olmayan bilgi ve kıt anlayışla kitlelere hitap eden mevkiî sahiplerinin verdiği zararı tamir etmek mümkün olamıyor. İlahiyatçıların ilmî derinliği olmayan vaazlarının dine karşı güvensizliği nasıl beslediği ortada…

Artık kutuplaşılmış olunan dünyamızda iletişim araçları da bu kutuplaşmanın araçları haline dönüştürülmüş durumda. Bu iletişim araçları gerçeğin kendisinden çok, grupların kendi hurafelerini yayma aracı olarak kullanılıyor. İletişim ve algı teknikleriyle bilgi altyapısı olmayan geniş kitleler adeta büyüleniyor ve yönlendiriliyorlar.

Gelinen noktada bilgi sınır tanımıyor. İyiliğin de, kötülüğün de iletişim araçları üzerinden yayılabilmesinin önü alabildiğince açılmış durumda.

İnanıp güvenenler! Size güven vermeyen birisi bir haber getirecek olursa iyice araştırın. Yoksa bilmeden bir toplulukla aranızı bozarsınız da yaptığınıza pişman olursunuz. (Hucurat 49/6)

 

Esas olan bilginin üretilmesi

Bu yüzyıl fiziğin, uzayın, ışığın, canlının vd. temel birçok şeyin yeniden kavrandığı başdöndürücü bir zaman dilimi olacak. Bu işin mimarları dünyanın dörtbir tarafında harıl harıl çalışıyorlar.

Ancak çoğunun bir eksiği var. Bilimin yapıtaşlarının Kur’an’da örülmüş olduğundan habersizler.

En başta Müslümanlar habersiz. Birileri ortaya bir çalışma koyduğunda; “Aaa… Bu Kur’an’da var!” demekten başka sözümüz olamıyor…

Esas olanın bilginin üretilmesi olduğunu yüzyıllardır maalesef unuttuk.

Aslında herkes kainat bilgisinin alt yapısına sahip olarak doğuyor.

Sonra dengesini kurmuş ve ona ruhundan üflemiştir. Bu sebeple size dinleme, görme yetenekleri ve gönüller vermiştir. Ne kadar  az şükrediyorsunuz. (Secde 32/9)

Ancak insan bilmediğinin hemen esiri olabiliyor. Allah Teala insanın bu zaafını bildiği için onu sık sık, “Allah’ın dışında İlah’lar edinmemesi” konusunda uyarıyor.

Allah’ın hakkında bir yetki (delil) indirmediği şeyi Allah ile aralarına koyup ona kulluk ederler. O konuda kendilerinde bir bilgi de yoktur. Bu yanlışı yapanların yardımcısı olmaz. (Hacc 22/71)

 

Şüphe insanın tabiatında var!

Bir gün İbrahim dedi ki: “Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana gösterir misin?” Allah: “Yoksa inanmadın mı?” dedi. (İbrahim): “Hayır, inandım da içimin yatışması için!” dedi…. (Bakara 2/260)

Araştırma ve gelişme, merak ve şüphe saikiyle olur. İbrahim (as) gibi bir peygamberin dahi yöntemi, bilgiyi deneyimleyerek özümsemektir. Bu durumda sorun merak etmek değildir. Tam tersi merak dahi etmemektir.

Kur’an’ı, bilimin önünü açacak bilgi/kitap olarak görmemek, Kur’an’da yeralan birçok bilgiyi ve anlatımı içi boş hikayeler olarak değerlendirmenin bir sonucudur.

19. yy’la kadar Kıyamet suresi 4. Ayeti, parmak uçlarının her insanda farklı bir yapıya işaret ettiği şekilde algılanmıyordu. Keza yakın zamana kadar Neml Suresi 27/40. Ayette geçen, “maddenin bir anda mekan değiştirmesi” bilimsel olarak halâ hayal bile edilemiyor. Yıldızlar, gölge, gece, gündüz, madde, ışık, canlı, gökler, ve daha birçok konu hakkında bilim emekliyor! Henüz cansızların fiziğinden canlıların fiziğine geçilebilmiş değil.

Bilim bir yandan mevcut bilgilerin bir kısmını ispat ile meşgulken diğer tarafta mevcut kabullerin prangalarını kıracak yeni açılımlar arıyor.

Gecenin, Gündüzün, Güneşin, Ay’ın ayrı varlıklar olmasını, (Enbiya 21/33) gecenin göstergesinin silinmesini (İsra 17/12) şu anki bilim açıklayabilmiş değil[1]. Kainat laboratuvarında deney yapan, Kur’an’dan habersiz bilim insanları bu açılımlardan habersiz. Bu açılımları hergün okuyan İslam uleması ise elindeki kitabın farkında bile değil.

Hatta Kur’an’dan böyle çıkarımlar yapılmasını doğru da bulmuyor ve dışlıyorlar.

 

Kur’an karşısındaki konumlarımız..

Bugün İslam dünyası elindeki kitaba hangi gözlük ile bakılması gerektiğine karar vermek durumundadır. Hız kesmeyen bu tartışma bazı kutuplaşmaların kaynağı olsa da, gizli ve açıktan sürmektedir. Kategorize edilmiş grupların temsilcileri, tam olarak ortaya çıkıp ümmetin karşısında kendilerini henüz tanımlayabilmiş değiller. Ancak kim ve hangi mezhepten olursa olsun Müslümalar; her geçen gün Kur’an karşısındaki konumlarını belirlemeye kendilerini biraz daha mecbur hissediyorlar.

Aşağıdaki sınıflama, Müslümanların Kur’an’a bakışları ve Kur’an’a yükledikleri anlama paralel duruşları açısından bir tespit içindir.

  • Geleneksel mezhep görüşlerinin dışına çıkmayıp, Kur’an ile irtibatlarını mezhep görüşlerinin dışına çıkarmayanlar.
  • Kur’an’ı anlaşılamayan bir kiyap olarak değerlendirip, onu bize aktaran Nebî’ye atfedilen hadisleri Kur’an’ın üzerinde tutanlar,
  • Kur’an ve/veya hadise göre yanlış olduğu ortada olsa da geleneğe ait uygulamaları reddedemiyenler,
  • Kur’an’ın tarihsel bir kitap olduğuna içerik ve söyleminin bugüne bütünüyle taşınamayacağına ve bilimsel önermeler içermediğine inananlar
  • “Mesele çok, ayetler sınırlı” diyerek Kur’an’ın İman, Ahlak ve bazı ekonomik meseleler hariç her konuda yol gösterici olamayacağına ve bunun da gerekmediğine inananlar,
  • Sadece Kur’an diyerek Nebi’yi ve oluşturduğu Hikmet zincirini yok sayanlar,
  • Kur’an’ın bilimi değilde, Bilimin Kur’anı aydınlatacağını sananlar,
  • Kur’an’ı birinci sıraya koyup, hadisleri Kur’an’a Arz ederek sosyal, siyasal, ekonomik, çevre ve temel bilimleri ilgilendiren konulara ait kuramların fıtrata uyumlu hale getirilebileceğine ve bunun gereğine inananlar,

“Müslümanlar Kur’an’dan şüphe(mi) ediyor!” zannı galibimizin sebebi sonuncusu haric diğer grupların çokluğundan dolayıdır. Bugün İslamı ve İslamî Kurumları, tüm dünyada maalesef bu geleneksel anlayışa sahip gruplar temsil ediyor.

 

[1] Bu vb. konular Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır başkanlığında Süleymaniye Vakfı bünyesinde İslam Alemi’nde ilk kez gerçekleştirilen “Kutuplarda Namaz Vakitleri” başlıklı araştırmalar dahilinde ilk kez Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır tarafından ileri sürülmüştür. İlahiyat dünyası konuyla ilgili çalışmaları tümüyle görmezlikten gelmeyi tercih etmiş, ancak ABD’de yaşayan bir Türk Matematikçinin; özellikle 45˚ enlemden yukarıdaki bölgelerde konum belirleme ile ilgili geliştirdiği ürünlere katkı sağlamış ve bilimsel patent müracaatına ilham kaynağı oluşturmuştur.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir